19
Mar

Çanakkale Koleksiyoneri Seyit Ahmet Sılay Ayraç’a Konuştu!

   Yazan: Yunus Emre Tozal   Kategori söyleşi

“Çanakkale Savaşı, asil bir milletin tarih sayfasında ben hâlâ varım dediği bir savaştır.”

Söyleşi: Furkan Arık, Yunus Emre Tozal

Seyit Ahmet Sılay

Seyit Ahmet Sılay. Türkiye’de tek resmi Çanakkale Koleksiyoneri.  1995 yılında ilk kez gittiği Çanakkale, hayatının dönüm noktalarından biri olur. Büyük Anafartalar ovasında yerde bulduğu bir mermi, merakının başlamasına vesile olarak, savaşa dair malzeme toplamaya başlar. Savaş ile ilgili objelerin rastgele satılmasını hazmedemez. Malzemeler bir, iki, üç derken bu gün hatırı sayılır bir koleksiyona dönüşür.O günden beri tek amacı, gezici bir müze altında, Çanakkale’ ye gidemeyen Anadolu’ da ki çocuklara bu müzeyi ulaştırmak olur. Kendisiyle unutamayacağımız bir söyleşi gerçekleştirdik.

Yunus Emre: Bir Çanakkale Koleksiyonerisiniz. Çanakkale ile ilişkinizi anlatır mısınız…

Seyit Ahmet Sılay: Çanakkale’ye sık sık gidiyoruz. Bizim için orada milimetrik saha önemlidir, savaşın geneline bakmıyoruz. Benim işim, savaştan sonrasıdır. Ben resmi Çanakkale koleksiyoneriyim. Yaklaşık 18 yıldır Çanakkale Savaşı malzemeleri topluyorum, burada gördükleriniz sadece burada gördükleriniz, ayrıca depolarımız var, asıl malzemeler depolarımızda. Ailem, eşim, çocuklarım hep birlikte bunlarla yaşıyoruz. Siz belki bu özel dosyayla Çanakkale’yi hatırladınız, 1 ay sonra başka özel bir sayı hazırlayacaksınız, ama ben 24 saat bunlarla birlikte yaşıyorum. Bir müddet sonra Çanakkale’ye dair konuşulanlar içerisinde herhangi bir meselenin doğru ya da doğru yanlış olduğunu hemen o an tespit edebiliyorsunuz. Bu ay NTV Tarih 18 sayfasını günlüğe ayırdı. İşte tarih dediğimiz şey o günlüktür. Çünkü an ve an tutulmuştur. Hamasetten uzak, riya yok, her şey net.

Yunus Emre: 2000’li yıllardan sonra Çanakkale’ye olan ilgi arttı, neye bağlıyorsunuz, nasıl yorumluyorsunuz?

Seyit Ahmet Sılay: Evet, 2000’li yıllardan sonra muhafazakar kesim Çanakkale’ye sahip çıktı. Buna karşı bir grup oluştu. Bir kısmı menkıbeler üzerine bir Çanakkale, diğer grupsa maneviyattan tamamen arındırılmış bir Çanakkale oluşturdu. Bir insanın dünya görüşü elbette önemlidir, ama mevzu bahis Çanakkale ise, benim için belge önemlidir. Belge yoksa, kim ne anlatmış, ne demiş önemi yok benim için. Tabii ki maneviyat var, maneviyatsız, özellikle Osmanlı askeri olabilir mi?

Çanakkale savaşına katılıp, Kurtuluş Savaşı’na herhangi bir sebepten ötürü katılmamış, yaralanmış, aileden birçok insanını Balkan Savaşı’nda, Plevne’de şehit vermiş, Çanakkale Savaşı’ndan sonra Kurtuluş Savaşı’na gidememişlerse hiçbir şey verilmedi, maaş bağlanmadı biliyor musunuz? 50’liyıllara kadar ölenlerin yakınlarına da bağlanmadı. Tanıdık, eş dost araya girerek maaş bağlananların sayısı çok azdır. Zaten 50’den sonra da çok fazla kalmadı. Gerekçe neydi biliyor musunuz, Osmanlı’nın askeri olması. Birisi çıksın bunun hesabını versin.

İlker Başbuğ tutuklandığında, gazeteler manşetler attı hatırlarsınız: “Şimdiye kadar Genel Kurmay Başkanlığı yapmış birisi ilk defa tutuklandı” diye. Çanakkale’yi gezdiğinizde görmüşsünüzdür, Nuri Yamut Anıtı vardır. Nuri Yamut, savaştan sonra 43 yıllarında 2. Ordu komutanı. Savaş sonrası Balkanlardan gelen aileler yerleştiriliyor oraya, tarım yapmak istiyorlar, bir sürü kemik çıkıyor. Bakıyorlar ki, bizim birliklerimizin olduğu yerlerde daha fazla çıkıyor. Genel Kurmay’a yazı yazıyor, kemikleri toplayalım diye. Hiçbir kurumdan ses çıkmıyor, en sonunda İstanbul’da kendisine ait 2 evi satıyor ve kemikleri toplattırıyor. 10 bin şehide ait kemiklerdir onlar. Ve kemikleri oraya gömdürerek, üzerine anıtı yaptırıyor. Mehmet Çavuş’tan sonra, ilk orijinal anıttır o. Adına da Nuri Yamut demiyor, halk arasında Nuri Yamut Paşa yaptırdığı için onun ismiyle anılıyor. Peki Nuri Yamut ‘tan neden bu kadar bahsediyorum, şundan dolayı Nuri Yamut daha sonra yükseliyor yükseliyor ve bizim 6. Genel Kurmay Başkanımız oluyor, Genel Kurmayın sitesinde de vardır bu. Peki nasıl ölmüş?… Nasıl öldüğü yok, bunu da Yavuz Donat’tan 1. ağızdan dinliyoruz: DP İstanbul Milletvekili, 27 Mayıs darbesinde Yassıada’ya tekme tokat götürülüyor ve ailesine tabut içinde cenazesi teslim ediliyor. Şimdi, Çanakkale Savaşı 1915 Aralık’ta bitmedi benim için. Ben 1915 Aralık’tan sonraki günümüze kadar gelinen sürecin mücadelesini veriyorum hâlâ. Birileri çıksın ve Nuri Yamut adına devlet adına özür dilesin.

Nuri Yamut; Balkan, 1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’na katılmış ve madalyaları olan bir gazidir. Hatta hiçbir CHP’li Nuri Yamut Anıtı’nın önüne gidip de ziyaret etmesin. Net olsun her şey. Devlet, elini Çanakkale’den çeksin. Çanakkale’ de özel bir konsorsiyum oluştursun, akademisyen ve araştırmacılardan, arkeolog ve tarihçilerden müteşekkil. Arkeologlarımız var da neden savaş arkeologlarımız yok. Oradan çıkan bir merminin kime ait olduğunu hiç kimse bilmiyor. Bölge Orman Bakanlığı’na bağlı, ağaç için yapılmış kanun, insan için yapılamış. Muharebeden çıkan şehitlerin kemikleri önemsiz yani, kanunlar yetersiz. Halen o bölgeden malzeme alıyorum. Ben en azından Topkapı Sarayı Müzesi’ne kaydettiriyorum, diğer gidenler nereye gidiyor? 1970’e kadar o bölge ziyarete yasak, kapalı, askeri bölge. Orada 7 köyün tek geçimi 70’lere kadar hurda satışı… Birileri çıksın bunun hesabını versin…

1950’lerde, 60’larda evlerimizdeki alüminyum tencere ve çaydanlıkları n büyük bir çoğunluğu eritilmiş Osmanlı matarasıdır, çünkü savaştaki tek alüminyum malzeme Osmanlı matarası. Bu kadar hoyratça, şu anda bile halen aynısını yapıyorlar, dozer operatörünün inisiyatifinde yol açıyorlar.

Yunus Emre: İki sene önce bir top bulundu. Çanakkale Valiliği, Boğaz ve Garnizon Komutanlığı ile Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin (ÇOMÜ) Halileli köyünde, yer altında çürümeye terk edilen 9 adet tarihi top gün yüzüne çıkarılmıştı.

Seyit Ahmet Sılay: Bulunmama ihtimali yok ki. Özellikle bizim attığımız toplardan 5 tanesinden 3ü patlamıyor. Anafartalar köyünde yangın çıktığında o yüzden kimse gitmiyor söndürmeye, halen patlıyor top mermileri, el bombaları… Sadece helikopter müdahale ediyor. Ve siz oraya grupları yığıyorsunuz. Gidin oraya, 57. Alay Şehitliği’nin hemen arkasına bakın, çocuk bezi, pet şişe pislik… Yazık günah yani… İnsan annesinin babasının mezarına böyle mi davranır? 57. Alay Şehitliği’ne çıktığınızda arabanızı sol tarafta leblebi satan bir yer var, yanında da tuvaletler var, oraya park ediyorsunuz. 57. Alay şehitliğinin bulunduğu yerde bir tane gerçek şehit yok. 150 metre aşağıda Kesikdere’de. Söyleye söyleye gerçek şehitliği yaptılar. – Neden oraya yapıyorsun? – Ya oraya inmesi çıkması zor olur. Ya bu inecek çıkacak insanın sorunu, neden Fransız’ınki aşağıda, İngiliz’inki doğru yerinde? Aracımı bıraktığım tuvaletlerin olduğu yerse, 27. Alay’ın Muharebelerde konuşlandığı ve şehit verdiğimiz yer.… O yüzden diyorum, bir şeyler yapmasın kimse, yapınca daha da kötü oluyor.

Yunus Emre: Evet, hızlı bir giriş yaptık, sizde nasıl başladı Çanakkale süreci, koleksiyonculuk fikri nasıl ortaya çıktı?

Seyit Ahmet Sılay: Eşim Sinop Boyabat’lı, Çanakkale’de akrabalarımız vardı.Kayınvalidemin büyük amcası Hakkı Tuna, gaziler listesinde en fazla hatırası olan kişilerden biriymiş. Seferberlikten evvel İstanbul’da Askeri Mektep’te öğrenci, seferberlik ilanıyla askere alınıyor. Anafartalar bölgesinde topçu, savaştan sonra yaralanıyor. Savaştan sonra da Balkanlardan gelen aileler, o köylere yerleştirilirken, düzeni sağlamakla görevlendiriliyor. Gelen ailelerin birisinin kızına gönlünü kaptırıyor ve orada da düğününü yapıyor. Savaştan sonra 40’lı yıllar gibi köye tekrar gidiyor ama kimseyi bulamıyor dedesinden başka. Gidiyor ve bir daha haber alınamıyor. 79-80’e kadar. Askerde iki kişi kendi arasında konulurken, biri Çanakkale’li, diğeri de Boyabat’lı olduğunu söyleyince, Boyabat’lı demiş ki “Benim dedemin abisi Çanakkale’ye gitmiş bir daha da gelmemiş.” Diğeri de diyor ki, “Benim dedem de Boyabat’tan gelmiş, bir daha Boyabat’a dönmemiş. Bunu ailelerine anlatıyorlar, isimlerini öğreniyorlar bu arada, tabi soyadı kanunu gelmiş, Boyabat’takiler Altın soy isimli, Çanakkale’dekiler Tuna soy ismini almışlar. Bir bakıyorlar ki, bunlar kardeş torunları. Hemen hazırlık filan başlıyor, 79-80’li yıllarda orada yol yoktu tabi, aradan belli bir zaman geçiyor. 2 gün filan sürüyor yol, neticede yine birbirini göremiyorlar, 1 hafta evvel vefat ediyor. 80’den sonra orada yaşayan Hakkı Tuna’nın çocukları ve torunlarının 1. derede akrabaları ortaya çıkıyor. Tabi biz de evlenince akraban var dediler, 95’te gittim oraya. Gittiğim gün bir mermi buldum Anafartalar Ovası’nda, sordum, halen var mı dedim, var dediler. Neticede bakıyorum, evlerin baca şapkalarını tutan şeyler, 4 tane top mermi kovanı. Mesele ev yapmış, köşetaşı bulamamış, 24’lük top mermi kovanını yerleştirmiş oraya. Muharebe alanında topladığı tüfekleri avda kullanmış. İngiliz’in çantasını çobanlık yaparken ekmek çantası olarak kullanmış dedem mesela. sandıkları, çapaları ve diğer malzemeleri hep kullanmış oradaki köylü, halen kullanıyor. İyiki de kullanmış. Bunların bir kısmı hediye olarak geldi, büyük bir kısmını da her gittiğimde satın alarak oluşturdum. Topkapı sarayı Müzesi’ nde kayıtlı resmi bir koleksiyonerim. Her sene denetlemeye tabiyim.

Yunus Emre: Peki sizin için Çanakkale ne ifade ediyor? Çanakkale neyin kaybıdır, ya da neyin göstergesidir?

Seyit Ahmet Sılay: Son zamanlarda değişik siyasi gruplar, Çanakkale’yi kendilerine yontarak anlatmaya başladılar. Bir kısmı “Biz 1915’te oraya şu kadar asker yığdık. 253 bin kaybımız var. 3 sene sonra yine aynı İngiliz gemileri, bir tek kurşun atmadan geçtiler boğazdan ve İstanbul’a geldiler. Yazık değil mi? Çanakkale’de boşuna öldüler. Çanakkale savaşının hiçbir anlam yok!” mahiyetinde sözler söylüyor ki, bunların sıfatları da var, akademisyen bunlar. Bende diyorum ki, Çanakkale savaşının olduğu dönem, 1. dünya savaşının devam ettiği yıllar. O gün bizi yok etmeye geldiler. Bizi değil sadece, İslam alemini yok etmeye geldiler. 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması Hükmü gereğince gemiler İstanbul’a geldi, işgal edildi İstanbul. Savaş bitmişti, çok farklı bir durum bu. Neden sadece İngilizler geldi? 1. Dünya Savaşı devam ederken Fransa, İngiltere, Avustralya bunların sömürgesi… Birazdan Senegal satırını göstereceğim size. Dünya geldi, biz dünyayla savaştık. Amerika filan hikâye, güçlü değil. halen ben inanıyorum ki dünyanın en güçlü devleti İngiltere’dir. O gün de güçlüydü, dünyanın en büyük donanmasıydı o.  Çanakkale, asil bir milletin, varolma destanının adıdır. Tarih sayfasında ben hala varım dediği bir savaştır. Bunu maddiyatla ifade etmenin mümkünü yok. Ben, savaş bittikten sonra konuşmaya başlayabilirim. Duvarda İngiliz’in tüfeği var, Enfield 303, efsanedir, halen çalışıyor. Hala şu anda askerde kullanılan tüfeklerden güçlüdür, düşünün yani. Onların kullandığı teçhizata bakıyorsunuz, süngüsünden mermisine kadar müthiş bir fark var. Bizim mermiler burada, uçları paslanmış, İngiliz’in denizden çıkarttığım mermisi var, hâlâ sağlam. 70 sene sonra çıkartmışım ben, halen sağlam. Maddiyatla anlatılamaz Çanakkale, maneviyatı da orada kimse yok edemez. Ama Çanakkale Savaşı’nı her şeyiyle birlikte alıp da maneviyata yüklerseniz, o zaman birileri sorar: Bu insanlar neden öldü? Şehitlerimizin hiçbir katkısı yok muydu? Diye..

Furkan Arık

Yunus Emre: Evet, yontmamak gerekiyor, tarihsel gerçekliğin arkasında durmak gerekiyor.

Seyit Ahmet Sılay: Tabii, bende mesela bir belge var. Niçin bizi yok etmeye geldiklerinin belgesidir bu belge. Bir gemiye dolusu para basıp getiriyorlar. 10 Şilin. Üzerinde de Osmanlıca 60  Gümüş Kuruş yazıyor, o kadar eminler ki 18 Mart’tan. Askerlere de dağıtıyorlar, hatta Hamilton, telgraf çekiyor “Büyük bir ihtimalle 17:30, gibi Dolmabahçe’de çayımızı içiyor olacağız.” Bu kadar inanmışlar, paralarımızı değiştirmeye geliyorlar. Bu bir işgal değil, sen bir ülkenin parasını değiştirmeye kalktığın an, o ülkeyi yok etmeye geliyorsun demektir. Geçemeyince paraları topluyorlar, tabi hepsini toplayamıyorlar, bir tanesini Amerika’dan satın aldım bir müzayededen. Orijinali bende. Neden Şilin biliyor musunuz, İngilizler I. Dünya savaşında sömürge ülkelerinde şilin kullanırlar.

Furkan Arık: Geçtiğimiz günlerde TRT’ye bir program yapmıştık. Bir müzik Programı. Arnavutluktan da gelenler olmuştu. Kendi yöresel kıyafetleriyle Arnavutça Çanakkale Türküsünü söylediler.

Seyit Ahmet Sılay: Evet, www.canakkalemuzesi.com’da vardır, sitede dolaşırken ikinci müziktir. Beni en çok etkileyen bizim Çanakkale Türküsü değildir, Arnavutça söylenen Çanakkale Türküsü’dür. Muhteşemdir. Bu türkünün ilk söylendiği tarihi sordunuz mu?

Furkan Arık: Yok sormadım.Telifleri ile ilgilendim ama anonim diye geçiştirdiler.

Seyit Ahmet Sılay: Telifi yok onun, bende şöyle öğrendim, 7-8 sene önce bir mail geldi, 50’li yaşlarda bir bey. Balkan göçmeniymiş, küçükken annesinin kendisine ninni okuduğunu, dinlediği ninninin sitedeki türkü olduğunu söyledi, kendisine göndermemi istedi. 50 yaşındaki birisi, savaşın hemen akabinde o bölgede okunduğunu gösterir.

Furkan Arık: Bu durum bizim başka türkülerimiz için de geçerli, program esnasında o yörelerden başka türküler olduğunu da öğrendik.

Bomba Sırtı

 

Seyit Ahmet Sılay: Bizim Arzu Enver’den aldığımız var bir tane, Enver Paşa Çanakkale Marşı yazdırıyor, notalarının Osmanlıcasını kopyasını aldım, çevirisini de yaptırdım, hatta icra da ettirdim. En az 21-22 sazla icra edilebilecek bir eser. Bir orkestra yani. Piyano dahi kiralamıştım ancak, ses düzeni çalışmadı.. En sonunda kendi kameramla çektim. O kadar güçlü bir beste ki, çok sazla çalınabilecek bir beste.

Sözleri de muhteşem. Herhalde 18 Mart’tan sonraya kalacak. Mesela Kürtçe ağıt, 40’lı yıllarda bir plak, kimse dinlemedi. Onu da satın aldım. Yakın bir zaman de yayınlamayı düşünüyorum.

Yunus Emre: Hiç sergi açtınız mı peki?

Seyit Ahmet Sılay: Bir kere açtım eşimin okulunda. Esat Paşa Anadolu İmam Hatip Lisesi. Esat Paşa biliyorsunuz Çanakkale savaşında komutanlardan biri. Altunizade Kültür Merkezi’nde açtık, sigorta bedelini ben karşıladım. 33 camekanlı küçük bir sergi. Ondan bir hafta evvel de Lokman Erdemir, Maltepe’de kendi okulunda deneme sergisi açalım dedi. İlk orada açtık. Deneme sergisine 22.000 ziyaretçi geldi. Okulun yerini 1.5 saatte buldum, karışık bir yerdi. Kısacası 2009 yılında açtığım bu sergi dışında başka bir sergi açmadım.

Yunus Emre: Bir de Çanakkale filmleri var. Şimdiye kadar yapılan belgesellere ve filmlere nasıl bakıyorsunuz? Mart’ın 15’inde Çanakkale: Yolun Sonu filmi girecek vizyona mesela. Yine bir film projesi daha konuşuluyor, ismi “Anzak ve Mehmetçik” Yönetmenlerinden birisi de Lost Dizisinin yönetmeni Ra’uf Glasgow. Çanakkale için geleceğe dair sinema alanında bakışınız nedir?

Seyit Ahmet Sılay: Belgesel olarak Tolga Örnek’in var, ona eşimle birlikte gittik ama yarısı olmadan çıkıyordum ki, birisi arkadan devam et oğlum dedi, Albaymış ve birlikte çıktık. Avustralyalılara iyi bir belgesel hazırlamış. Bir de Deniz Kuvvetleri Komutanı oğlu olursan çok izlenir tabii. Konu olarak çok kötü, ama güzel sahneleri var. Görsellik, kıyafeti, mühimmatı, topu, çadırlar vs. hep hatalı. Şu anda çıkacak Yolun Sonu çıkacak filminden de aradılar beni, destek olur musunuz dediler, bende “Siz senaryonuzu Şahin Aldoğan’a onaylatın, ben seve seve destek olurum” dedim. Şahin Abi Çanakkale konusunda eşi bulunmaz bir bilgedir. Onu Allah korusun. Dakika dakika nerede ne olduğunu bilir, subaylıktan terktir. O bölgelerde yatıp kalktı, saha konusunda uzmandır, şu andaki rehberlerin hepsini yetiştiren odur.

Senaryo Şahin Abi’ye gitmedi tabii. Bir tünel açılıyor, gönüllüler için. Bir de Senegalliler yolda yatan hemşireleri kesmişler. Konu bu. Birincisi kadının ne işi var? Sonrasında tamam dediler, onu kaldırırız, şunu değiştiririz filan. Ben görüşmedim bunlarla,  bir dostum, aradı ve sırf yardım etmek için görüştüm Adam Film’le. Hasılı kelam ben “hayır” dedim ama kostüm ve giysi gibi birçok konuda yardım ettim. Elimden geldiğince destek verdim yani, karşılıksız. Bunlar, minimum seviyede ücretle tüm bilgiyi, malzemeyi topluyor, sonra da asıl kadroya veriyorlar. Bundan önceki Çanakkale filmleri 2 haftaya kalmadan Carrefour’larda filan satılmaya başlandı, ele ayağa düştü, rezillik kısacası… Bu filmden de beklentim yok.

Çanakkale’de bir Simülasyon Merkezi açıldı. Açılmadan önce 4 sayfaya yakın rapor hazırladım. Birçok yerde de çıktı bu rapor. 3.5 ay geç açtı Başbakan orayı, ama çoğu yer düzelmedi. Oruçoğlu Holding yapıyor. O kadar para almalarına rağmen yaptıkları şey şu; gemiler Marmara’dan çıkıyor; yani Gökçeada’yı bombalayacaklar. Bir tek bu durumu düzelttiler biliyor musunuz? Başbakan’a da 14 galeriden 1 tanesini gezdirdiler. Her şey hatalı. Avustralya askerlerinin şapkası soldan katlanır mesela, gerekçe, tüfeğin süngüsü vardır, takılmasın diye. Tüfekler hatalı, gemide konuşulanlar hatalı… Hamilton kara savaşını konuşuyor mesela gemide, öyle bir ihtimal yok ki. Saatler dahi hatalı. 5 dakika görüşme yapılıyor ama saat hiç değişmiyor. Seyit Onbaşı galerisi ve senaryoda tamamıyla hatalı. Devletin işi bu kadar basite mi alınır anlamıyorum. Bir şeyler yapılmalı mı? Böyle yapılacaksa kimse bir şey yapmasın daha iyi. Sizin o bahsettiğiniz Anzak ve Mehmetçik filminden de bir şey çıkmayacak. Er Ryanı Kurtarmak filmi var, sinemada 5 kez, evde de birçok kez izledim. Ama sadece 22 dakikası için izliyorum. Çıkarma yaptıkları sahne. Çünkü 25 Nisan çıkartması çok farklı değildi, Seddülbahir de öyle. Sadece silahlar farklı, orası Fransız sahilleri, burası Gelibolu sahilleri. Yaşanan dehşet müthiş. Ben bu filmin daha iyisini yaparım diyorsanız gelin çekin.

Bizim içinde olduğumuz bir proje var. “Bomba Sırtı “isminde, danışman olduğum bir film. Yaptığımız filmde karakterler gerçek karakterler. Bomba Sırtı’nda gerçekleşiyor film. Bu gördüğünüz alanda ( Solonun duvarında asılı büyük bir “Bomba Sırtı İllistürasyonu var)… Bomba Sırtı için 3 yıldır çalışıyoruz. Daha hiç basın açıklaması da yapılmadı.

Furkan Arık: Geçtiğimiz sene 2 arkadaşım geldi Avustralya’dan. Çanakkale’ye de gittiler. 25 Nisan’a yetişemediler ama onlar oradayken Anzaklar da varmış. Bana gelip “Biz çok özür dileriz” dediler. Neden dedim. “Biz, bizim insanlarımızın yaptıklarından üzgünüz. Onların o sarhoş içkili hallerini görünce utandık, daha fazla kalacaktık ama dayanamadık” dediler.

Seyit Ahmet Sılay: İki sene Efes Pilsen tır getirdi oraya. Bira dolu. Mücadele  ettik ve kaldırttık. Onlar şafak ayininde hiç sarhoş değillerdir, ağlarları görürsünüz. Kendi şafak ayinlerinden etkilenmemeniz mümkün değildir. Grup gruptur. Bir kısmının ücretini de Avustralya karşılıyor. Hepsinin ortak hareketi, şafak ayinlerinde duyarlı olmaları… Bu işi layıkıyla yaparlar. İlk zamanlarda denize girerlerdi, tam çıkartma zamanında denizden koşarak trompet çaldığında karaya koşarlardı. Şimdi bu uygulama yapılmıyor.

Yunus Emre: Çanakkale Savaşı’nda sizi en çok etkileyen kahramanınızı sorsak ne dersiniz?

Seyit Ahmet Sılay:  Yeni kitabı çıkacak, İbrahim Naci derim. NTV dergisinde Mart sayısının kapak konusu bu oldu. Hemen bir ekip hazırlandı, İbrahim Naci’nin gittiği yerler tespit edildi, Şahin Abi özel olarak getirildi Çanakkale’ye, çünkü bir tek o gösterebilir. İsimler de farklı. Fotoğraflar çekildi, ağacına kadar, illüstratörler İbrahim Naci’yi çizdi, birebir aynısını yaptılar. Çünkü fotoğrafını bulduk. Ve canlandırıldı, çok emek harcadılar. Aldığım tepkilerden iyi bir iş çıkardıkları belli oluyor.

Yunus Emre: Günlüğe dair konuşalım, İbrahim Naci’den bahseder misiniz…

AllahaısmarladıkŞehit olduğunda 21 yaşındaydı. Acemilerin eğitimi için gelmişti savaşa. Ve eğer şehit olmasaydı, değil Türkiye’nin, dünyanın tanıdığı en iyi kalemlerden biri olacaktı. Bir tek kelimesine dokunulmadı. 29 gün boyunca hiç imza atmamış günlüğe, oraya gelmeden komutanına diyor ki, Yüzbaşı Bedri Bey’e, “Komutanım, ben savaşmaya geldim, eğitim verme görevinden ben alın.” Ama daha evvel de diyor ki “Benim ölmemem lazım, benim daha hayallerim var, yaşayacağım güzel şeyler var. Sevdiği var, umutları var, geleceği var . Ama ön siperlerden gelen yaralı ve şehitleri görünce de diyor ki, benim burada durmamam lazım. Yüzbaşı Bedri de Binbaşına söylüyor ve ön siperlere veriliyor. Hücuma kalktığı gün şehit oluyor. O hücuma kalkmadan da şöyle diyor: “Onbaşım yaralandı. Muharebeye gidiyorum Allahaısmarladık.” ve imza atıyor 10.15. Genel kurmayın arşivinden baktık, aynı saat. O savaşta Fransız topçuları 24’lük toplarla bizim siperleri dümdüz hale getiriyorlar düşünün… Yüzbaşı üzerinden günlüğü alıyor ve başlıyor yazmaya… Yazarken kaleminin titrediğini anlıyorsunuz… O da şehit oluyor sonra… İbrahim Naci’yi okuyorsunuz, o muhteşem tasvirlerini görüyorsunuz: “Sen, cik cik diye öten kuş. Sen de evlatları şehit olmuş analar gibi misin? Senin de yavrun şehit mi oldu? Bu feryadın figanın bundan mıdır?”

Muhteşem bir günlük… Şöyle bir cümle var: “Belki bu günlük ailemin hiç eline geçmeyecek…” Çünkü şehitler orada olduğu yerde gömülüyor. Beni bu cümle mahvetti. Günlüğün ilk sayfasında “Gelibolu Muharebatı Günlüğümdür” diye yazmış, devamında “Bir iki kazma darbesinde açılmış çukurlara gömülüyor şehitler, benim de sonum böyle mi olacak? Belki benim yaşadığımı kimse bilmeyecek” diyor. O yüzden vasiyet etmiş, “bulunması halinde Beşiktaş’ta Bostan üzerindeki 62 Nolu Haneye Musa Efendi’ye iletiniz.” Alayın katibi muhtemelen okudu ve teslim edilmesi için emir verdi. Evini de bulduk. Gerçekten de 98 sene yaşadığını kimse bilmedi. İbrahim Naci gibi binlerce isim bilinmedi. Çanakkale diye bize Truva atını öğrettiler. Coğrafya derslerinde sadece bir ilin adıydı. Çanakkale’yi okumadık mı, okuduk. I. Dünya Savaşı’nın bir cephesi olarak 1 paragraf okuduk sadece. Bunun hesabını birilerinin sorması lazım.. Bir irini tekrarlayan yayınlar çıktı. Hep genelden bahsedildi. Bireye bir türlü inilemedi. Allahaısmarladık ismiyle yüz bin basılacak ilk baskısında, ve şartım ücretsiz dağıtılmasıydı. Milli Parklar ücretsiz dağıtacak. Şimdiye kadar böyle bir  günlük çıkmadı çıkma şansı da pek yok. Mehmet Fasih’ i Bey in “Kanlısırt Günlüğü” var. Ancak, İbrahim Naci’nin tasvirlerini orada göremezsiniz.

Yunus Emre: Peki günlük ilk olarak nasıl ortaya çıktı, bunu hikayesini dinleyelim sizden.

Seyit Ahmet Sılay: Her sene bir TV ya da gazeteler benim evime gelip çekim yapar, 18 Mart’ta da yayınlanır. Geçen sene de ATV yapmıştı. Bir mail geldi, 11.30 gibi okudum: “Ailemden kalan bir günlük var. Bu günlük bir aile büyüğümüze ait, şehit oluyor. Şehit olduktan sonra da imam not yazıyor. Benim bildiğim bu kadar, çevirisini yaptıramadım, Bunu değerlendirmek istiyorum” diye. İsmi de telefonu da var. Öyle heyecanlandım ki, sabaha kadar uyku tutmadı. Aradım, 2 gün sonra da görüştük, Dr. Lokman Erdemir’ le gittik. Çünkü bunların sahteleri de var. Sonuçta bu günlüğü aldım ve koleksiyonuma dâhil ettim.

Çanakkale düzenli ordunun savaşı, çapulcukların savaşı değil. İnternette çok gezinen şu resim doğru değil, 1933’te Alman Subayının İzmir demiryollarındaki işçilerdir bunlar, Allah rahmet etsin onların suçu yok. Aileleri bulundu. İşin ilginci o resmin telif hakları Alman Mönch Yayınları’nda. Her aldığınız resmin bedeli onlara gidiyor. Çanakkale’de üst düğmesi iliksiz olduğu için ceza alan asker var. Böyle bir Çanakkale kılıksız bir asker olabilir mi?

Bir yemek listesi dolaşır, meşhurdur. Üzüm hoşafı birkaç öğün yok, kuru ekmek filan. Ya okullarda bile asılı bu. Çocuğumun okulunda asılıydı indirttim. Birincisi 1917 Çanakkale değil. İkincisi listenin ait olduğu 43. Alay Suriye Cephesi, liste Suriye Cephesi’ne ait. Çanakkale’de bizim askerimiz açlık çekmedi ki. Bizim kadar şehit sayısıyla övünen bir başka millet var mı? Açlıkla sefaletle savaşın büyüklüğü anlatılmaya çalışılıyor. Orada gazi olan, yaralanan, şehit düşen askere hakarettir bu. Hem biz o kadar aşağılık bir millet miyiz ki, burnumuzun dibinde -benim evden Anafartalar köyü 384 km- askeri aç bırakacağız öyle mi? Bugün bir insanın yediği etten daha fazlasını yiyorlardı. Ben böyle dediğim zaman da, sağ cenah bana itiraz ediyor “yok biz açtık” diye. Açın İbrahim Naci’nin günlüğünü okuyun, bakın en son yemeğine. En son ciğer yahniyi ne zaman yediniz? Semiz otu ve ciğer yahni… Biz bunu Mehmet Fasih’ i Beyin günlüğünde de  görüyoruz. Bugün sucuk yedim diyor, çay demlettirip nargile içtim diyor. Biz Çanakkale’de askerimize çok iyi baktık. Bende alınan gıda listeleri var. Suriye cephesinde olabilir, kontrolü uzak bir yer Suriye. Çanakkale’de de olabilir, aralıksız 3-4 gün süren muharebeler oldu., öğün atlamış olabilir asker. Oradaki en büyük sıkıntı, yemeklerin soğuk oluşuydu. yemekhaneler top menzili dışına kurulur ve katırlarla, atlarla yemek taşınırdı.

Yunus Emre: Çanakkale’ye karşı çok bilgisisiz.

Seyit Ahmet Sılay: Maalesef. “Benim yaşadığımı kimse bilecek mi? ” diyen İbrahim Naci, 98 sene sonra milyonlar bilecek, o yüzden ücretsiz dağıttırılacak. Ne kadar insan İbrahim Naci’nin yaşadığını bilirse, İbrahim Naci’nin nezdinde o ismi anılmayan şehitler de bir nebze anılmış olacak. Savaşların sadece istatistiklerinin konuşulması o kadar ağırıma gidiyor ki, o insanların umutları var, bekleyenleri var. İbrahim Naci’nin tüm ailesini buldum, 2 tane ağabeyinin bir kız kardeşinin olduğunu, hatta ağabeylerinden biri Necip Fazıl’ın Büyük Doğu ekibinde bir yazar oluyor. Ünlü bir yazar , Fransızcadan çeviriler yapıyor. Kız kardeşinin ismi Fatma. 1902 doğumlu, İbrahim Naci şehit olduğunda 13 yaşında. İşte o Fatma’nın torunundan aldım bu günlüğü. Hasılı kelam, 10 aydır bunla yatıp bunla kalkıyorum…

Yunus Emre: İnşallah bunun idrakine varırız, basın ve medyamız da varır…

Seyit Ahmet Sılay: İbrahim Naci’yi okuduğunuz zaman iyi ki çıkmış bu kitap diyeceksiniz. Rabbime de hamdolsun bu işte beni vesile kıldı. İnşallah diğer İbrahim Naci’ler de ortaya çıkar. Sandık altında kim bilir kimlerin evinde neler var.

Milli Parklar’ın İbrahim Naci’nin günlüğünü yayınladığı “Allahaısmarladık” kitabı toplu olarak dağıtılacak. Bu kitaptan ücretsiz almak istiyorsanız, bulunduğunuz okulla birlikte Milli Parklardan isteyebilir, öğrencilere dağıtabilirsiniz.

 Not: Bu söyleşi, Ayraç Kitap Dergisi‘nin 41. sayısında yayınlanmıştır.

 

19 Mart 2013, 11:46 tarihinde söyleşi kategorisi altında yayınlandı. Bu yazıya yapılacak yorumlardan haberdar olmak için RSS 2.0 beslemesini kullanabilirsiniz. Yorum yapabilirsiniz, veya kendi sitenizden geri izleme yapabilirsiniz.


Yorum Yapın

İsim (*Gerekli)
E-Posta (*Gerekli)
Site
Yorumunuz

*