O bir çocuk… Renklerin nasıl bir şey olduğunu asla anlatamayacağınız bir çocuk…
Dünyaya kapalı, Hakikate açık…
Her gün oynadığımız bu oyuna bir an bile olsa ara verip, bizi içimizde kaybettiğimiz o coşkuyla buluşturan insan: Selman.
Karanlık dünyamızı aydınlatan, cennetin rengini arayan çocuk…
Gözlerinin karanlığıyla yüreğinin aydınlık kapılarını açan çocuk…
Cennetten aramıza gönderilmiş güzel çocuk…
İlk geçen hafta Meksika Sınır’nda izlemek nasip oldu Selman’ı. Gzöyaşlarımızı tutamadık, Selman konuştukça yüreğimiz çarpmaya başladı…
Selmanı dinledikçe aynanın karşısına geçtik, hâlimizi sorguladık…
Kimliğimizin, tasavvurumuzun, isteklerimizin ve hatta hislerimizin bile tepeden belirlendiği bir çağda yaşıyoruz.
Modernleştiğimiz her dakika “değer”lerimiz “fiyat”lara dönüşüyor. Kentleştikçe anlamsızlaşıyoruz.
Adına daire-apartman denilen modern istifhanelerde yaşıyor ve diğer günü bekliyoruz.
Metrobüsler, tramvaylar, vapurlar, otobüsler bizi gönüllü hapishanelerimize taşıyor.
Bütün bu hengâmede hissizleşiyor ve değersizleşiyoruz.
En önemlisi Modernizmin her şeyi görselliğe indirgediği bir çağda yaşıyoruz.
Gördüklerimizi biliyor, görünebilene güveniyor, görüp eğlenmekle yetiniyor, gördüklerimizi yaşıyor ve sadece gördüklerimize inanıyor ve inandırılıyoruz.
Ahh Selman,
Bizlere yüreğinin aydınlık kapılarını açıyorsun,
Elinde oyuncak gibi değneğiyle, bizlerin göremediğini görüyorsun…
Ne kadar anlatırsa anlatsın hâl ve kâl diliyle, bizim maneviyata kör duyularımız orayı nasıl idrak etsin, nasıl anlasın Selman!
Yüzümüze, yüreğimize bulaştırdığımız kiri görme Selman…
Görmeyen kim? Selman mı, bizler mi?…
Bir Şiirimle bitiriyorum yazıyı:
“Cam kırıkları ve sessiz çöpler
Ilık bir uyku kadar fark edilmeden boşalan çerçeveler
Ağlamak alnımıza yazılmış doğarken
Gülmeyi sonradan öğrenmişiz, büyük bir iştahla…
Bakkaldan her aldığımız ekmeğin
Başını kopartıp eve götürdüğümüz kadar eksik vicdanımız
Üzeri ekmek kırıntılarıyla örtülen mezardaydı
Üzeri örtülemeyen yalanlardaydı hayatımız…
Bir can daha bağışlayalım, sahtekârlık burada zaten
Haydi, köpüklere bakan güruhlarla övünelim
Bir yalan daha söyleyelim yüzümüz kızarmadan
Bir kez daha ölümden kaçalım öyleyse, ölmeden önce…”
Yunus Emre Tozal
Yorum Yapın