2
Oca

Yokluk Halinde İşlenen Aşk: Baran

   Yazan: Yunus Emre Tozal   Kategori sinema

 

baran

Baran…
Göğün ağlayışı…
Yağmurun modern dünya insanı üzerinde açtığı delikleri örterkenki sükûtu…

Son zamanlarda İranlı yönetmenler birçok imkânsızlıklara rağmen çok kaliteli yapıtlar ortaya koyuyorlar. Örnek olarak Majid Majidi’yi söyleyebilirim. Şu ana kadar Majid Majidi’nin Baran , Rang-e khoda (Color Of Paradise) , Bacheha-Ye aseman (Children Of Heaven) , Pedar (Father) ve Baduk filmleri enfes bir sinema şöleniydi. İyi bir senaryo, konu bütünlüğü ve de oyunculuk vardı. Majid Majidi filmlerinden sonra diğer İran filmlerine yelken açarsak, Lakposhtha hâm parvaz mikonand (Turtles Can Fly) dikkatimizi celbeder. Ardından Salaam Cinema , Zamani barayé masti asbha (A Time for Drunken Horses) , Bad ma ra khahad bord (The Wind Will Carry Us ) ile sinemanın büyüsüne tanık oluruz.

Baran, Tahran’da bir inşaatta kaçak olarak çalışan babasının iş kazasında ayağının kırılması üzerine onun yerini almaya karar veren genç bir Afgan kızının, erkek kılığına girerek inşaatta çalışmaya başlaması ve kız olduğunu fark eden aynı inşaattaki bir Azeri gencin ona âşık olmasının hikâyesini anlatıyor. 2005’te İran’da çıkan Resalet gazetesinin haberine göre, Farabi Sinema Vakfı, 10 İran filmi arasından Majid Majidi’nin Baran filmini, Yabancı Film Oscar’ına aday gösterdi.

“Bir film bu kadar mı doğal, gerçekçi ve etkileyici olur?” sorusunun cevabını buluyoruz Baran’da. O kadar gerçekçi ki, bir senaryoyu izlediğinizi unutuveriyorsunuz ve kendinizi daha filmin başında olayın geçtiği yerde; inşaatın içinde buluyorsunuz. Kimi yerde Latif oluyor, inşaatta çalışıyorsunuz. Kimi yerde Rahmat olup kuşlara yem veriyorsunuz, gözlerinizden sevgi ırmağı çağlıyor. Kimi yerdeyse âşık olup sükûta eriyorsunuz, bakışlarınız her şeyi anlatıyor… Karakterler, olaylar, konunun işleniş tarzı… Hayatın içinden; hayatın içinde var olup göremediğimiz nehirlerden beslenmiş bir ırmak duruluğunda. Baran; sade, yalın, pak…

Sinema bilinçaltımızda aşk vardır bizim malum; bir filmde aşk farzdır ve film boyunca da o iki aşığın özel hayatlarıyla baş başa kalırız, oradan kendi hayatımıza çıkarımlar yaparız, kavuşamayan iki sevgilinin şiddetle kavuşmasını isteriz mesela. Zira onlarla kendi iç dünyamızda bir doyuma ulaşırız farkında olmadan, kendi hayatımızda isteyip de bulamadığımız aşk adına güzel sahneleri onlar yaşadıkça biz kendi dünyamızın içinden bir seyirlik çıkarak mest oluruz onlarla birlikte, bu da bizi bir süreliğine tatmin eder.

24

31

Filmde yüz ifadeleri çaresizliği ve üzüntüyü çok iyi yansıtıyor. Zahra Bahrami rolün hakkını gerçekten çok iyi vermiş.


Milyon dolarlar dökülen filmlerde, dizilerde iç dünyamıza seslenebilecek, düşlerimize girebilecek sahneler de bulabiliyoruz fakat Mecid Mecidi bunu yapmıyor. Burnumuza burnumuza sokmaya çalışmadan saf bir halde, duygularımızı sömürmeden aşkın yalın halini sunuyor. Aşkı anlatmak için olayları kurgulamıyor, bir savaş sonrası binlerce Afgan insanının içler acısı hayatını ortaya koyarken aşkı tanımlıyor. Hafife almadan o kadar çilekeş hayatın içerisinde “aşk kimin umurunda” havasını estiriyor.

Filmde âşık olan Latif, öyle bir kapılmıştır ki, çalışmak, yemek yemek, dinlenmek gibi hayatın getirdiği her şeyden uzak kalacak kadar tutkundur. Sadece Rahmat’ı düşünür, “O’na nasıl yardım edebilirim? Nasıl ulaşabilirim?” sorularıyla geçirir geceleri, uykusuz kalır. Rahmat’ın göz kapaklarına odaklanır, ruhu katre katre olup yanaklarından süzülür. Yalnız olduğunun bilincinde ve aç kalacak olmanın şuurunda değildir. Sevdiği için her şeyi göze almıştır Latif; Rahmat’ın babası için kimliğin çok önemli olduğu o zorlu mülteci yıllarında kimliğini satıp yardım yapacak kadar sevmiştir çünkü…

Kanaya kanaya doğar dolunay. İçgüdülerin hâkimiyetinden sıyrılmış hakiki sevginin kaynaklık ettiği aşka yelken açmıştır Latif… Sevenin sevgilide gördüğünü istemek değil, bizzat sevgilinin gözlerinde var olan albeninin seveni kendisine çektiği aşktadır. Dokunulmazlığına ant içirtecek bir sevgi… İki ruhun buluşup kaynaşması… Gözle görünenden gözle görünmeyene doğru akan bir nehirde tutkudan çok sevgiyle çağlayan, sevgiyle beslenen ve kim bilir belki de sevgiyle ilerleyecek olan bir nehir…

Rahmat, Latif’e göre kendisini ağaçların tortusundan çıkıp şehrin boğuk havasında yiyecek aramaya çalışan yaralı bir serçedir. Aç kalmamak için sakat babasına ve iki kardeşine bakmak zorundadır Rahmat. Çocuk yaşta olmasına rağmen inşaatta çalışmaya, nehirden taş taşımaya zorlanır. Şefkatin, merhametin dilim dilim işlendiği, vicdanın haykırışıyla yüreğin paramparça edildiği Baran, modern dünyanın kıskacına sıkışan insanı öyle bir yerinden yakalıyor ki, insan kendisini çaresiz bir şekilde gözyaşları içerisinde buluyor, titriyor, hıçkırıyor, ağlıyor…

Rahmat suskundur, muhataptır. Sadece kulak verir, bakar, tebessüm eder, tasdik eder ama asla konuşmaz. Film boyunca tek bir kelime bile etmez, bakışları her şeyi anlatır. İçinde tuttuğu acı o kadar büyüktür ki gök bu diyarı terk etmişçesine maviliğini yitirmiş kararmıştır. Sanki bir daha güneş doğmayacak, bahar gelmeyecektir. Kâinat selam durmuştur bu muhteşem aşka!

251

Hossein Abedini‘nin performansı da çok iyiydi. Latif aşkı uğruna yalan söyler, kimliğini satar, ağlar. Bu sahnede Memar (Mohammad Amir Naji)’ın vicdanının sesine kulak vermesi ve Latif’e istediği parayı yarına kadar hazırlayacağını söylemesi de filmde iyi bir kültür yansımasıydı. Zira bizler garibanızdır ama sıcakkanlıyız ve de vicdan sahibiyizdir denilmektedir.

Alışmışız; yere düşen her ne olursa olsun, toplanırken iki aşığın ellerinin birbirine değmesine bekleriz. Ama Baran’da yere düşen meyveler eller birbirine değmeden, gözlere bakılamadan toplanır. Baran’ın diğer filmlerden farkı sadeliği, yalınlığı… Latif’in Afganlı kızın tokasında gördüğü saç teline dokunamamasını modern zihin ile açıklayamayız.

26

Filmin sonunda bu sahnede bir şeyler olacak mı diye bir heyecan yaşıyor izleyenler. Bekliyoruz ki eller birbirine kavuşacak ve bizde diyeceğiz ki; tamam kızın gönlü var. Ama öyle olmadı. Ardından gelen aşağıdaki sahnelerde:

27

 

30

 

Rahmat sevildiğini anlıyor ama güzelliğinin bir silah gibi erkeği esaret altına almasını önlemek için peçesini örtüyor.Şefkatten merhamete, sevgiden aşka, ölümden ölümsüzlüğe muhteşem bir aşkın işlendiği Baran, muhteşem bir sonla biter. Afganlı kızın Latifin gözlerine son defa baktıktan sonra burkasını kapatışı ve gidişi… Rahmat’ın çarığının izini göğün ağlayışlarının dolduruşu…

 

Gök titrer:
“Ya sen beni yanına çağır, ya da ben seni kendi yanıma çağırayım!”

Toprak haykırır: 
“Merhamet şebnemi süzüldü yüreğine
Aşkın idamı olur mu ey çocuk!
Şefkatten aşkın şahikasına
İzini yârinin gözlerinde bırakan…”

Yağmur fısıldar:
“Aşk yağmur suyuyla yeşerdi
Dua dua indi kar tanesi yeryüzüne
Güneş görünmeye çekindi
Yağmur oluk oluk eritti yüreğini…

Yâri Allah olacak aşkın yağmurunda ıslandın ey çocuk
Dönüşü olmayan gidişlere gebedir bu yol
Suskun, mahzun ve kederli
Bir susuşla evreni yüreğine sığdırabilen…

Gözlerini bilemeye devam et
Çarmıha gerdiğin kelimeleri göm
Seni her geçen gün O yapan derviş sabrında yoğrul
Turnaları izle,
Kaf dağına götürecekler seni”

Yunus Emre Tozal
Yıldız Teknik Üniversitesi
İşletme Kulübü Ritmik Gazetesi 4. Sayı

02 Ocak 2009, 11:35 tarihinde sinema kategorisi altında yayınlandı. Bu yazıya yapılacak yorumlardan haberdar olmak için RSS 2.0 beslemesini kullanabilirsiniz. Yorum yapabilirsiniz, veya kendi sitenizden geri izleme yapabilirsiniz.


3 comments so far

mehmet bilgili
 1 

bu film için yapılan yorumlama için çok teşekkür ederim
filmi izlediğimde işte aşkın tarifi var ise eğer bu kadar güzel tarif edilebilir dedim kendi kendime.
gayet doğal hayatın içinden bir film.
son sahne gerçekten izlenmeye değer en az on kere izledim keşke eller kavuşsaydı dedim. ama aşk asıl bu olsa gerek…
O’na emanet

23 Ocak 09 Saat 13:18
lamelif
 2 

eline kalemine sağlık. bu kalpten dökülen kelimelerle ancak bu kadar güzel anlatılabilir. gerçekten ne izlediğimizi izlediğimiz şeylerin ne anlatmak istediğini çok güzel anlatmışşınız. isminizi neden Yunus Emre taktıklarını anladım. çünkü isminizin hakkını verebilecekmissiniz.

06 Ekim 10 Saat 02:04
bilal mustafa
 3 

Milyar dolarlık hollwoodun zengin, serseri, yırtık pırtık bluejeanslı, viski konyak kafalı, sexten yüzü gözü morluk içinde şehvet zehirini izleyicinin gözlerine sokarak insanları köleleleştiren zihniyeti “BARAN(RAHMET)” seyretsin de aşk görsün, edep görsün, UTANSIN!
Selam AZİZİM

12 Haziran 12 Saat 01:42

Yorum Yapın

İsim (*Gerekli)
E-Posta (*Gerekli)
Site
Yorumunuz

*