12
Tem

8372 kere söylenen Bosna şarkısı

   Yazan: Yunus Emre Tozal   Kategori tahlil

Bugün 12 Temmuz 2011. Bundan on altı yıl önce 11 Temmuz 1995`de Avrupa`nın ortasında, tüm dünyanın gözü üzerinde olduğu halde bir katliam gerçekleştiriliyor.

Bu katliamın yapılışından sonra, katliamın yapılabileceği bir dünyada yaşamaktan insanlar vicdani bir azap çekiyor. Düşünün: Yaklaşık on bini aşkın kadın çok sevdiği eşlerinden ayrılıyor. Her türlü tecavüze, çocuklarının gözleri önünde uğratılıyor. Çok sevdiği eşlerinden bir haber, bir umut beklerlerken,  üç gün içerisinde, yani 11 Temmuz ile 14 Temmuz 1995 günleri içerisinde eşleri vahşice öldürülüyor. Bunu hiçbir dil, hiçbir kelime anlatamaz… Bunun yükünü hiçbir cümle kaldıramaz… Bugün insanlık nasıl bir dünyada yaşadığının yeniden farkına vardı. Yeniden diyorum, çünkü bu ilk değil! Dünya tarihi boyunca insanlık ikiye ayrılmış. Bir tarafta kalbi temiz olanlar, diğer taraftaysa kalbi öylesine kirlenmiş ki kapkara olmuş insanlar. Bir tarafta kalbinde iyilik, mutluluk ve huzur barındıranlar, diğer tarafta kalbinde kötülük, huzursuzluk ve şer barındıranlar. Bir taraf kâinata şâhit olmaya gelmiş olmasının farkında olan insanlar, diğer taraftaysa dünyaya sahip olmaya çalışan insanlar… Bu dünya kimseye kalmadı, kimseye de kalmayacak! Yarın bir gün herkes o mezarın içine girecek ve hakikatle yüzleşecek! Bu dünyanın ne olduğunu, ne anlama geldiğini anlayacak ve pişman olacak. İyiler “neden daha fazla iyilik yapmadım” diyerek pişman olacakken, kötüler insanlığından utanacaklar ve pişmanlıklarından kahrolacaklar.

Ben bugün doğmuşum. Yani 12 Temmuz 1995’te Srebrenitsa katliamı işlenmeden on yıl önce. Nasıl bir dünyada yaşıyor olduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. Büyüklerimiz o güne ait belgeleri okudukça ilk başta çekindiler, anlatmadılar, sakladılar bizden. TV’lerde savaşlarla alakalı haberleri değiştirdikleri gibi savaşların iç yüzünden uzaklaştırdılar bizi. Çocuktur, etkilenir diye düşündüler doğal olarak. İyi ki de öyle yapmışlar. Bize tertemiz bir dünyanın olabileceği umudunu vermek; bize hayatlarını iyilikler üzerine inşa eden inananların cennetle ödüllendirileceğini ifade etmek için… Canım anneciğim, babacığım… Dünya öyle tozpembe değilmiş ama… Ben on yaşında sokakta topla, misketle, oynayıp şarkı söylüyorken, Bosna’da anneler ne acılar çekmiş… Babalar öldürülmüş. Benim akranlarım hayatın en ağır acılarıyla karşılaşmışlar, tecavüzlerle soykırımlarla aklını kaçıranlar olmuş. Canım anneciğim, babacığım… Bize küçükken öğrettin duayı şimdi o kadar çok yapıyorum ki… “Ey Rabbim, sen bizi, annemizi, babamızı ve tüm mü’minleri bağışla, bizleri koru, bu dünyadaki acıların yaşanmayacağı cennetinde beraber olmamızı nasip eyle. Bizi iyilikten bir an bile olsa ayrılmayan hakikatle yaşayan aziz kullarından kıl. Bizi senin aşkınla yaşayan ve yüreğinde sana kavuşma özlemi taşıyan kullarından kıl…”

Evet, on altı yıl önce bugün bir katliam yaşandı. Nurdal Durmuş’un deyimiyle Srebrenitsa’nın en acı sonucu “Bir kelebek, bir kırlangıç ve bir çocuğun ömrünün aynı kısalıkta” olmasıydı… Tıpkı diğer savaşlar gibi… Bugün insanın şeytanlaşmasına, vicdansızlaşmasına ve Kuran’ın tabiriyle “esfel-i safilin”e düşmesine tanık oldu dünya. 8372.org sitesinin eylemiyle ilk kez bu acıya ortak olmanın, ilk kez o günü yaşayan kadınların acılarına ortak olmanın hüznü var kalbimizde… O günü yaşayan kadınlar halen nasıl bir dünyada yaşıyor olmanın dehşeti içindeler. O kadınların acılarını, o çocukların gözyaşlarını, o çok sevdiği hanımlarından ayrı bırakılıp katledilen insanları unutmayalım. Allah için unutmayalım. Her yerde anlatalım, konuşalım, yazalım, filmler çekelim. Bizden sonraki insanlara iletelim ki, bundan sonra en azından bir daha dünya 8372’ler yaşamasın! İnsan duyduklarına gördüklerine inanamıyor. O güne ait belgeleri okudukça cümlelerim bitiyor, susuyorum, içim acıyor. İçim öyle acıyor ki…

Nihat G. Kınıkoğlu’nun “Bosna Şarkısı” adlı kitabı da Bosna’da yaşanılan trajedilerden yola çıkarak insanların neden birbirine düşman edildiğini, barış ve dostluk içinde bir arada yaşanılıyorken neden insanların ırkçılık yaptıklarını tiyatrolaştırarak anlatıyor. Kınıkoğlu’nun ele aldığı durum, daha çok insanların birbirinden uzaklaştıkça, birbirlerine tahammül edemez hale geldikçe sanatın da aslında fonksiyonunu yitirdiğini analiz etmesi. Yazar birik beraberliğin sanat için ne denli önemli olduğunu vurgularken, müzik sanatı ile etnik dinsel ayrımcılığı/yıkımı karşı karşıya getiriyor. Bosna Şarkısı, dünyada savaşların insanlık üzerindeki vahşi etkisini, günümüzde halen sürmekte olan savaşlara da göndermeler yaparak anlatıyor. Oyun kısaca şöyle: Yugoslavya parçalanmakta ve Kosova kaynamaktayken, değişik ırk ve dini inançlardan insanların yaşadığı Bosna’daki bir konservatuarda Prof. Branko öğrencilerini yılsonu yarışmasına hazırlamaktadır. Bu arada yetenekli öğrencilerden Sırp Lazer ile Bosnalı Müslüman Halide arasında bir sevgi yaşanmakta, Prof. Branko ırkçı eğilimli Sırplar tarafından sürekli tehditler almaktadır. Sırpların okulu basması ve Halide’nin kemanının kırılması üzerine Prof. Branko kalp krizi geçirir. Halide, hocası için bir beste yapar ve öğrencilerle birlikte hastaneye giderek besteyi hocasına çalarak hediye eder. Bu besteye Prof. Branko’nun önerisiyle Bosna Şarkısı adı verilir. Yılsonu yarışmasında Halide’nin birinci olması bardağı taşıran son damla olur ve Lazer’in babası Stevan oğlunu alarak başka bir şehre gider. Halide ve Lazer ayrılmışlardır artık. Başka bir deyişle diğer birçok Boşnak gibi Halide de kaderine terk edilmiştir…

Birinci perdenin ikinci sahnesinde Konservatuar Müdürü Prof. Branko’nun başarılı Sırp öğrencilerinden Lazer’in faşist eğilimli babasına “Demek ki doğru yoldayım, demek ki sanat düşman tanımıyor” sözü, kitabın ana izleğini oluşturuyor. Hümanist olan Prof. Branko, sanatın bütün olumsuzlukları örtebileceğine inanmaktadır ve çentiklerin asıl amacının konservatuarı kapatmak olduğunu belirtir. Çünkü Sırp öğrencilerin ilerde keman tutan ellerinin silah tutarken zorlanacaklarını düşünmektedir ve sanat, onlar için mühim değildir. Halide, Müslümanların Allah’tan aldıkları ilk emir olan “Oku” emri ile kâinatı okumaya çabalar, Batının Müslümanların elinden Kuran’ı aldıklarını her fırsatta anlatır. Kitapta geçen şu cümle, aslında kitabın neden yazıldığını, neye hizmet ettiğini, insanların kültür ve medeniyet zenginliğinin yok edilmemsi gerektiğini müthiş bir şekilde ifade ediyor: “İnançlar tehdit altında olduğunda inançların simgeleri önem kazanır. Hatta simgeler inancın kendisinden, inancın tüm değer yargılarından önemli olur.”

İşte bir sabah… Uyandığımda… Bir yanda Bosna Şarkısı’nı çalan Halide’ler… Diğer yanda gözü dönmüş, kalbi Kuran’ın deyimiyle taştan daha da katılaşmış insanlar… Bugün Bosna Şarkısı’nı söyleme günüdür. Bugün Bosna’daki medeniyetin sönmesine izin vermeyen Aliya’yı yeniden okuma günüdür. Bugün Saraybosna ile kucaklaşma, Mostar ile sarılarak ağlama günüdür. Bugün sözün bittiği o yılları tahayyül edebilme günüdür… Bugün eşlerini kaybetmiş, çocuklarından uzaklaştırılmış annelerle sarılma günüdür. Bugün tertemiz bir dünyanın umudunu haykırma günüdür! Bugün cenneti yüreğinde hissetme günüdür!

http://www.dunyayayenisoz.com/Yazar/Makale/8372-kere-soylenen-Bosna-sarkisi.html

Yunus Emre Tozal
Dünyaya YeniSöz / 12 Temmuz 2011